Yıllardır içimde bir arzu vardı, Bosna Hersek’i görmek.
Diyebilirsiniz ki “Hayırdır, geçmişten gelen bir bağ mı var?” Yok, öyle bir bağım da bulunmuyor.
Benim de anlam veremediğim gizemli bir his diyelim.
Bağımsız Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı bilge lider Aliya İzzetbegoviç’i ilk okuduğumda bazı veciz sözleri beni derinden etkilemişti. Mostar Köprüsü’nü de çok merak ediyordum, fotoğraflarına her baktığımda beni adeta Bosna’ya çağırıyordu sanki Mostar.
Yakın zamanlarda bir fırsat doğdu, apar topar işlemleri hallettim ve Ankara’dan İstanbul’a yola çıktım.
Sabiha Gökçen Havalimanından yarım saatlik rötarın ardından hareket ettik ve 1,5 saat yolculuk süresi verildi. Yaklaşık 50 defa uçak seyahatim olmuştur, ama ilk defa talihsizlikler silsilesi yakama yapıştı. Verilen süre kadar gittik ama uçak bir türlü inmiyordu ve havada öyle bir sis vardı ki kendimi gökyüzünde kaybolmuş hissettim. 15 dakika yeryüzünü hiç görmeden yolculuk devam etti, ilk defa bir uçak seyahatinden bu kadar korktum. Uçak bir türlü inmiyordu ve yolculara hiçbir bilgi verilmiyordu. Ben kesinlikle uçakta bir arızanın olduğunu ve panik oluşmaması için durumu bize yansıtmadıklarını düşünmeye başladım, endişem katmerlendi.
Yaklaşık 45 dakika sonra kaptan pilot konuştu: “Sayın yolcularımız, sis ve aşırı yağıştan dolayı Saraybosna Havalimanı’na inemiyoruz, Tuzla Havalimanına ineceğiz. Oradan kara yoluyla sizleri Saraybosna’ya nakledeceğiz.”
Bir nebze herkes rahatladı, bir müddet gittik yine havada dönüyoruz ama inemiyoruz. Pilot 2. açıklamayla seslenerek hava şartlarından dolayı buraya da inilemediğini ve uçuş emniyeti için İstanbul’a dönme kararı aldıklarını söyledi ve akşam 20.30 gibi İstanbul’a indik. O gece otele yerleştirdiler, ertesi günü sabah tekrar geldik erkenden havalimanına. 10.30’da kalkacak denilen uçak 3-4 saatlik gecikmeyle kalktı ve sonunda semadan inişe geçtik. O sırada bir de ne göreyim, başkent Saraybosna seller içinde. Nihayet indik ve otele geçtim. Twitter’a girdim, Türkiye’de birinci gündem olmuş Bosna Hersek’teki sel. Birçok caddeyi ve iş yerini su basmış.
Anlayacağınız tam aksiyon filmi.
***
Hayli yorulmuştum ve o gece iyi bir dinlendim.
Ertesi sabah kahvaltının ardından geziye başladık, yeşillikleri izleyerek devam ediyordu araba Bosna dağlarında. Etrafı seyrediyordum, tabiatı çok güzel gerçekten. Bir yandan da rehber, 90’lı yıllardaki savaşta halkın çektiği acıları ve gördüğü zulümleri anlatıyordu. Srebrenitsa’da yaşanan katliamlar ise kan dondurucu mahiyette.
Bir yerde mola verdik. Aşağı indiğimizde taş ahşap karışımlı evler, ortasından su akan bir yer. Konjic kasabası olduğunu söylediler. Nehrin kenarından fotoğraf çekerken uzakta bir nokta dikkatimi çekti. Bir minarenin tepesi yıkıktı, zoomladığımda şerefenin üst kısmındaki petek, külah ve alem bölümleri yok edilmişti, anladım ki 1990’lardaki savaşta zarar görmüş ve gelecek nesillerin görmesi için restore edilmemişti. Biraz ara sokaklarını gezdim, fotoğraf çektim.
Sonra tekrar yola koyulduk, biraz gittikten sonra dağların arasında yalçın kayalıklar ve ortasında Neretva Nehri belirdi. Etkileyici bir manzaraydı ve 4-5 saat nehir kenarında devam ederek ülkenin Hırvatistan sınırındaki Poçitel köyüne ulaştık. Taş mimarisiyle ve taş döşeli yollarıyla, Osmanlı döneminden kalma eserleriyle otantik bir köy. Köyün girişinde kurutulmuş meyveler satan köy tezgahları gördüm.
***
Sonra geri döndük ve istikamet hayalimdeki şehir: “Mostar”
Yol bitti ve Mostar’a indik, çarşısında gezmeye başladım Mostar Köprüsü’nün bulunduğu istikamete yürüyerek. Karakteristik kimliğiyle kendini ilk anda hissettiren güzel bir şehir Mostar. Yaklaşık 15 dakika yürüdükten sonra kurşun izleri bulunan apartmanlar gördüm, yaşanan acının izleri tarihin acı hatırası olarak açık hava müzesinde sergileniyordu adeta.
Biraz daha yürüdükten sonra Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin’in 1566’da inşa ettiği, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan, Neretva Nehri üzerine kurulu Mostar Köprüsü göründü. Gerçekten çok güzel, büyüleyici bir güzellik. Bazı aşıklar birbirlerine bu köprünün üzerinde açarmış ilk duygularını.
Köprüyü çeşitli açılardan kadrajlarla fotoğrafladım, köprünün üstünden geçip biraz ilerledikten sonra el sanatları çarşısı çıkıyor karşınıza. Biraz daha ilerleyince küçük bir ırmağın üstünde Mostar Köprüsü’nün çok küçüğünü gördüm. “Bu ne?” diye sordum rehbere. Mostar Köprüsü yapılmadan önce deneme niteliğinde burayı inşa etmişler ve hesaplamalarını yapmışlar.
Gezi boyunca geçtiğimiz birçok noktada Osmanlı döneminden kalan eserleri gördük, tarihin sayfalarında dolaştık. Seyahatimde beni en çok şaşırtan şey ise geçtiğimiz yerlerin yüzde 99’unda mezarlıkların bizdekinin aksine uzak bir alanda değil genellikle yaşam alanlarının ara yerlerinde, apartman aralarında konumlandırılmasını görmekti.
Günü tamamladık ve gece saatlerinde Saraybosna’ya döndük.
Küçük bir bilgi paylaşayım:
"Bosna Hersek, 1. Dünya Savaşı’nın başladığı yerdir. 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Arşidüşes Sophie’ye düzenlenen suikast, Ağustos 1914’te başlayan ve 4 yıl boyunca birçok cephede devam eden savaşın fitilini ateşlemiştir."